Hamdullah ASKAR
İDDİA : SİYASAL İSLAM İFLAS MI ETTİ?
Eğer tek merak edilen kısa ve net bir yanıt almaksa cevap evet . Fakat merak edilen siyasal İslam neden çöktü? Kimler siyasal islamı çökertti? Ne zaman çöktü? Siyasal islam, islami bir siyaset midir? Siyasal islamın iflası, islamın siyaset manevrasının dar olmasından mı kaynaklanıyor? Siyasal islam mevcut siyasete karşı alternatiflerini sunabildi mi? Siyasal islam ne zamana kadar çökecek? gibi sorulara cevap bulmaksa yazımız zaten bu minvalde ilerleyecektir.
Öncelikle ‘‘Siyasal İslam’’ ibaresinden maksadımız ‘‘İslam’’ değildir. Bu ibareden maksadımız islamcıların siyaset ve islam hakkındaki söz ve görüşlerini kast etmek olacaktır. Zira İslam, Kur’an ve Peygamber davranışlarının bütününü esas almaktadır. Siyasal İslam ise Müslüman politikacılarının anlayışına dayanır. İslamın esasları her zaman ve her durumda belli ve değişmezken, Siyasal İslamcıların zamana ve olaylara karşı tutum ve esasları değişkenlik gösterebilir. Aynı zamanda sadece Türkiye’deki siyasal İslam hareketlerini ele almayacağız. Mısır’da 1930’lu yıllarda kurulan İhvanü’l Müslimin’i, İran Cumhuriyetini, Hint alt kıtasında MevdudÎ hareketini, Suud Hanedanlığını, Cezayir ve Fas’taki oluşumları da ele alacağız. Dünyada dinler, ideolojiler veyahut fikri akımlar kendi düşüncelerinin en doğru ve evrensel olduğunu ve kendi düşüncelerinin dünyaya hâkim olmasıyla insanlığın kurtuluşunun ancak mümkün olabileceğini savunmaktadırlar. Düşüncelerinin dünyaya hâkim olması için pek çok akım, siyaset yolunu tercih etmiştir. Bu doğrultuda hareket eden fikri akımların birçoğu iflas etti. Kimi akımların temel yapısı beşeriyete uygun olmadığı için iflas etti. Kimi akımlar ise düşüncelerini siyasal zemine yansıtamadığı veya temsil yeteneğini kaybettiği için iflas etti.
Siyasal İslamcıların geneline göre âdil ve ahlaki bir siyaset toplumun erdemli olması için kâfidir. Oysa siyaset sadece ahlak ve erdemlilikle sınırlı değildir. Siyaset aynı zamanda ciddi bir ekonomi planı, ciddi bir halk politikası ve ciddi bir siyasal felsefeye ihtiyaç duyar.
Üç yüz yıla aşkın kapitalizm hegemonyası dünyayı kasıp kavurmaktadır. Kapitalizmin en mâsum vahşiliği bankacılıktır. Tefeciliği ‘‘bankacılık’’ ismi ile yumuşatarak faizle insanın cebindeki üç kuruşu bile almaktadır. Siyasal İslamcılar faize ve bankacılığa haklı olarak karşı çıkmaktadırlar. Fakat bu karşı çıkmaları sloganik ve rivayetvâri cümlelerden öteye gidemiyor. Çünkü etkili bir ekonomi doktrini üretemiyorlar. Küreselleşen dünyada insanların ev, araba almak veya iş kurmak gibi ihtiyaç duyduğu nakit para ihtiyacını karşılayacak bankaya alternatif olabilecek faizsiz bir sistem kuramıyorlar veya kurduklarını zannediyorlar.
Mesela İran’da kurulan ‘‘ İslami Kredi Sendikaları’’ tefeci bürolarından hiçbir farkı yoktur. Veya ‘‘Faysal İslamic Bank’’, ‘‘Kuveyt Finance’’, ‘‘Dubai İslami Bank’’ gibi bankalar İslami faiz hassasiyetini asla taşımamaktadır. Zira faiz sistemiyle çalışan bankalar yüzde on civarında bir faiz işlemi uygularken bu İslami bankaların koydukları faiz oranı yüzde otuzları da buluyor. Veya ‘‘hisse senedi ortak kâr payı’’ olarak adlandırdıkları sistem, zengin kesimin halkın tasarrufunu kendine çekmeyle hisselerini değerlendirme çabasından başka bir şey değildir.
Suudi Arabistan esasında resmi banka sistemini hiçbir zaman İslamileştirmedi. Sadece teorikte İslami bir kılıfa büründürdü. Amaç faize karşı İslami tavır takınmak değil, İslami bir görüntü verebilmektir. Genel itibariyle bu durum normal bankaların, müslüman ülkelerde isimlerinin yanına İslami bir ibare alarak helal gözükme çabasından başka bir şey değildir.
İslami bankalar, istikrarsız ülkelerde karlarını sanayiden elde etmezler. Uluslararası spekülasyondan yüksek kazanç elde etme gayesi taşırlar. Fakat bazen spekülasyonlar tahmin edilenin tersine dönünce geçici tüm karları bir anda yok oluverir. Mısır’da El Reyean bankası buna güzel bir örnektir. İşin özü İslami bankalar teorikte helalken pratikte haram olmaktan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla ‘‘faizsiz bankacılık’’ işlemi kâğıt üzerindeki bir aldatmacadan öteye gidememektedir.
İslami Ekonomi konusunda İhvanü’l Müslimin tarafından kurulan ‘‘İslami İşlemler Şirketi’’ Siyasal İslamcıların kurduğu en etkili ekonomi modelini teşkil etmiştir. Aynı zamanda bazı sanayi işletmelerini de kurdular. Ancak 1948’deki siyasal çalkantı sebebiyle bu gayretleri tam manasıyla sonuç vermeden heba olmuş oldu.
Yine islami ekonomi konusunda Muhammed Bakır Es Sadr ‘‘İslam Ekonomi Doktrini’’ kitabı geniş ve derin içeriğiyle iyi bir islami ekonomi yol haritasını ortaya çıkarmıştı. Ancak bu kitap siyasal İslamcılar tarafından hak ettiği ilgiyi göremedi. Leo Huberman’ın‘ütopya’ diye tarif ettiği kominizm, sosyalizmin ütopik türemesidir. ‘‘İslam Ekonomi Doktrini’’ kitabı komünizmin ne ‘‘Das Kapital’ı ne ‘‘Manifesto’su kadar ilgi görmedi. Ütopik olan komünizm Lenin ve Mao tarafından hayata geçirilmeye çalışılırken, İslami ekonomi modeli gerçek manada Siyasal İslamcılar tarafından hiçbir zaman uygulanılmadı.
Sonuç olarak her yıl Afrika’da, Afganistan’da ve dünyanın birçok yerinde mazlum insanlar kapitalizmin vahşiliğinden dolayı açlıktan ölüyor. Bir buçuk milyar Müslüman kapitalizmin çarkları arasında eziliyor. Dolayısıyla Siyasal İslam, kendi ekonomi alanını oluşturamadığı için kapitalizme karşı iflas etmiş durumdadır.
Fransız İhtilali’nden sonra ulus devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Müslüman ülkelerde Fransız İhtilali’nin etkisiyle ümmet anlayışı yerine millet anlayışı hâkim olmuştur. Fransız ihtilali’nden önce her ne kadar müslüman devletler arasında bir rekabet varsa da ümmet anlayışı etkisiyle devletler arasındaki rekabet ve cedelleşme müslüman halklar arasındaki birliği ciddi manada zedelememişti. Avrupa’daki mezhep savaşları kadar çetin olmasa da müslümanlar arasındaki en ciddi sorun, mezhepler arasındaki problemdi. Sünni- Şii çatışmaları en ciddi islami çatışmayı teşkil etmekteydi. Halifelik kurumunun varlığıyla mezhepsel kavgaların önüne kısmen geçilmekteydi. Fakat Müslümanların, Fransız İhtilali’nden sonra menfi milliyetçilik tavırları Müslümanlar arasında‘‘bir olma’’ şuurunu yok etmiştir. Oysa ümmet ve halifelik bilinci, birliğin teminatı demekti. Şöyle ki; ümmet bilinci, şu zamanda Avrupa Birliğinin tesis ettiği ‘‘Hristiyan Birliği’’ bilincine tekabül etmekte. Halifelik ise Papa’nın Hristiyan Birliği üzerindeki liderliğine tekabul etmektedir. Şu zamanda papanın beyanı Katolik, Protestan ve Ortodoksları bağladığı gibi tüm Hristiyan milletlerini de bağlar. Lakin İslam dünyasında halifelik kurumu artık olmadığı için müslümanları birbirine bağlamak siyasal açıdan mümkün değildir.
Papa’nın, Avrupa Birliği üzerindeki etkisi yadsınamaz. Vatikan, Avrupa Birliği’ne üye olmadığı halde Müslüman ülkelerin Avrupa Birliği’ne girmesine şiddetle karşıdır. Bu konuda da sözü geçerlidir. Papa, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için Türkiye’ye tek bir şart koşmuştur. O da Türkiye’nin İslami hiçbir tutum sergilememesi şartıdır. Dinler Arası Diyalog safsatası da tamamen bu perspektifte gelişmiştir. Dolayısıyla Fransız İhtilali milletler arasındaki ulus devletler çatışmasına yol açarken, Avrupa Birliği ve Papa ise Hristiyan milletler arasındaki beraberliği sağlamaktadır. Böylece Hristiyan Birliği kurulurken Müslüman Birliği yok oldu .
Müslüman ülkelerdeki siyasilerin ekseriyeti, politikalarını ya milliyetçilik veya mezhepçilik üzerine bina etmektedir. Arap milliyetçiliği, Fars milliyetçiliği veya Türk milliyetçiliği müsbet milliyetçilikten öte menfi milliyetçilik olarak kendini göstermiştir. Arap dünyasındaki siyasilerin bir kısmı hâlâ Arapları üstün ırk görme ‘‘ mevali’’ politikasını, Farslı bazı siyasilerin sergilediği Şii–mezhepçi politikası, Türk siyasilerin bazılarının ise kafatası milliyetçiliği politikası Ortadoğu halklarını ve İslam aleminin beraberce yaşama durumunu neredeyse imkansız hale getirmiştir. Bu menfi milliyetçilik politikası sadece Arap, Türk ve Fars siyasilerinin sergilediği bir politika değildir. Neredeyse tüm İslam milletlerindeki siyasiler bu politikayı benimsemiştir. Siyasal İslamcılar ise kendi ülkelerindeki halkların reyini alabilmek için bazen ümmetçilik kisvesi altında milliyetçilik, bazen ise milliyetçilik kisvesi altında ümmetçilik ikirciğine girmiştir. Bu da gerçekçi olmayan, etki oluşturamayan ve anlayıştan uzak bir siyasi profil ortaya çıkarmıştır.
Siyasal İslamcıların bu ikircikli tavrına tepki olarak Hasan el-Bennâ ve Seyyid Kutup Mısır’da, Mevdudî Pakistan’da, Said Nûrsî Osmanlı’da, Hindistan’da ise Ali el Nedvi gibi alimler birbirinden farklı zamanlarda fakat aynı doğrultuda bildiri tarzında yazılar kaleme almışlardır. Fakat Siyasal İslamcılar kendi alimlerine kulak tıkamakla kalmadılar bazı alimlerini hapishaneye, bazılarını ise tımarhaneye tıkadılar.
Siyasal İslamcıların halk politikası çıkmazlarından biride hısım, akraba ve yandaş kayırma hastalığıdır. Bu öyle bir hastalık ki kendi fikirdaşlarını dahi kendinden tiksindirecek duruma getiriyor. Mesela Suriye’de ve Irak’ta iktidarların etnik ve kabilesel yakınları, diğer aileler üzerinde hakimiyet kuruyor. Pakistan’da Butto ailesi, sanayici ailelerini halka rağmen destekliyor. İran’da mezhepçi politikalar sadece İran Şiiliğine izin veriyor. Fas’ta yolsuzluk ve rüşvet yatırımların önündeki en büyük engel olarak görülüyor. Lübnan ve Türkiye’de de durum saydığımız ülkelerden pekte farklı değildir. Dolayısıyla islamı savunma adına çıktıkları yolda aydınlarına eziyet, halklarına sefaletten başka bir şey bırakamıyorlar. Hüsn-ü misâl teşkil edecek eserleri çok azdır. Bu yüzden hep peygamber ve dört halife dönemindeki güzel hadiselerden örnek verirler. Çünkü kendi güzel örnekleri yoktur. Yaşantılarıyla değil, sloganik cümlelerle toplumu ihya edeceklerine inanırlar. Velhasıl siyasal İslamcılar halk için değil, halka rağmen sergilediği politikalar yüzünden iflas etmiştir.
Siyasal İslam, bir siyasi felsefeyi de üretemeyecek konuma gelmiştir. Siyasal İslamcıların ekseriyeti siyasi entellektüel bilgiye de sahip değillerdir. Farabi’nin Erdemliler Şehri kitabından, İbni Haldun’un Devlet kitabından, Nizâmülmülk’ün Siyasetnâmesi ve Platon’un Devlet kitabının muhtevasından bile habersiz oldukları gibi güncel olarak savundukları politikanın içeriğini destekleyecek aydın-yazar kesimin fikirlerini de dikkate almamaktadırlar. Şöhret kazanmış cümleleri değiştirip değiştirip tekrarlamak en iyi yaptıkları şeydir. Oysaki Siyasal İslamcıların cevap vermesi gereken pek çok soru var. Erdemli Müslüman olmak mı İslam devletini meydana getirir? Yoksa İslam devleti mi erdemli toplumu meydana getirir? Cezayir’de İslami Selamet Partisi’nin 1990’da seçimi kazandığı gece hemen şeriatı uygulamaya kalkışması mı doğru? Yoksa İhvanı Müslimin yaptığı gibi toplumu erdemlileştirerek şeriata zemin hazırlamak mı doğru? Hamaneyn’in şeriatın diğer yasalardan üstün olduğunu savunması mı doğru? Yoksa Ayetullah Hümeyni’nin devrimci mantığın ve İslami devlet yasalarının şeriata üstünlüğünü savunması mı doğru? Peki hangi Şeriat uygulanılacak? İran’ın uyguladığı şeriat mı? Katar’daki mi? Suudi Arabistan’daki şeriat mı uygulanılacak? Veyahut Endonezya’nın sadece Açe eyaletinde uygulanan ‘‘bölgesel şeriat modeli’’ mi uygulanacak? Müslüman olmak şeriatçı olmak demektir. Yaşam tarzıyla Laik, inanç itibariyle şeriatçı olanlar ki bunlar artık toplumun yüksek kesimini oluşturuyorlar. Kurulacak islam devleti bunlara nasıl muamele edecek? Zımmi hukukun uygulanışında bir değişiklik gerekli midir? Siyasal İslamcılar, devleti İslamileştirme gayreti içindeleri mi? Yoksa devleti, İslamlaştırma gayreti içindeler mi? gibi pek çok soruya sistematik olarak cevap verilmeden, çözüm yolları belirtilmeden yol almak mümkün değildir.
Siyasal İslamcılar bir fikir kıtlığı yaşıyorlar. Artık fikir üreten adamların sayısı gittikçe azalmaktadır. Hasan el- Benna, Seyyid Kutup, Said Nursi, Hasan el- Turab, Necip Fazıl, Mevdudi, Nedvi ve Ali Şeriati gibi şahsiyetlerin topluma sunduğu reçeteleri üreten fikir adamları neredeyse yok. Ortaya atılan yeni görüşler bu şahsiyetlerin fikirlerinin şerhinden öteye gidememektedir. Dolayısıyla siyasal İslamcılar dünya siyasetindeki gelişmeleri okuyamadıkları için siyaset alanları iyice küçülüyor. Her kesime, her konuya ve her probleme hitap edemiyorlar. Belli başlı meseleler etrafında dönüp duruyorlar. Hal böyleyken Siyasal İslamcılar halka ve fikir adamlarına aldırış etmeden başlarını kuma gömdükleri için siyasal İslam iflas etmiştir.
Peki siyasal islamı kim çökertti? Sorusuna gelecek olursak bu soruya cesur bir ağabeyin veciz ifadeleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: ‘‘ Siyasal İslam çöktü, lakin çökertenler orta da yok; kimse suçu üzerine almak istemiyor. Tam bir faili meçhul hikayesi! Siyasal islam’ı, Siyasal İslam’ın sırtından mal-mülk, şan–şöhret, makam-mevki sahibi; bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olanlar çökertmediğine göre, olsa olsa Antepli Ökkeş, Yozgatlı Satılmış, Adıyamanlı Abuzer, Diyarbakırlı Şeyhmus, Rizeli Temel ve Trabzonlu Fadime çökertti! Çünkü meydanlarda Tekbir! Allahu Ekber! diye en fazla bağıranlar bunlardı!’’
Siyasal İslamın çöküşünün yukarıda da ifade ettiğimiz gibi pek çok sebebi var. Ancak şu üç meseleye kesin ve kat’i çözümler bulunmadığı sürece çökmeye devam edecektir.
Birincisi: Müslüman ülkelerindeki eğitim çarpıklığıdır. Eğitim politikası kof ve yapay bir taklit üzerine inşa edilemez. Batıdaki eğitim modellerini ayıklamadan büsbütün Müslüman halkın üzerinde uygulamaya çalışmak gülünç duruma düşen karga misalinin tekrar tezahür etmesinden başka bir şey değildir. Aynı zamanda materyalizm ideolojisinde boğulmak üzere olan bilimi kurtarmak gerekir. Bilim ve dinin gerçek anlamda mezc edildiği okullar, üniversiteler kurulması gerekir ki hurafelerden uzak bir din yaşansın, ahlak , erdem ve duygudan uzak ideolojiler, toplum yapısını bozmasın.
İkincisi: Her türlü menfi milliyetçilik-mezhepçilik zihniyeti, milletlere ve mezheplere fayda sağlamadığı gibi müslümanlara da fayda sağlamamıştır. Ayrıştıran ve parçalayan bu düşünce, müsbet miliyetçiliğe – mezhepçiliğe dönüştürülmedikten sonra asıl zarar edecek olan menfi milliyetçiliği –mezhepçiliği savunanlar olacaktır. Hüvel Ahsen( en güzel yol) anlayışı derhal benimsenmeli, Hüvel Hasen( tek güzel yol) anlayışı derhal terk edilmelidir. Ve ancak bu şekilde olursa birlik, beraberlik ve adalet sağlanmış olur. Makul bir siyaset yolu açılmış olur.
Üçüncüsü: Söz sahibi olmak için çoğu zaman ‘‘sözün gücü’’ yeterli değildir. Bazen ‘‘gücün sözü’’, insanı söz sahibi kılar. Gücün devreye girmesi için ancak güçlü ekonomi gerekir. Bu zamanda ekonomik bağımsızlığını ilan etmeyen her ülke modern bir sömürü altındadır. Ekonomik bağımsızlık ise ancak dışarıya büsbütün bağımlı olmamakla mümkündür. Ekonomileri bağımsız ülkelerin, tabiri caizse öksürmesi dahi, ekonomileri bağımsız olmayan ülkelerde krize yol açmaktadır. Amerika ve Çin’in bazı ülkeler üzerinde uyguladığı manipülasyonlardan da anlaşılacağı gibi. İşte bu yüzden güçlü bir ekonomisi olmayan her ülke ne kadar kendi içinde adil ve demokrat olmaya çalışırsa çalışsın kendisine yapılan en ufak bir ekonomik saldırıda zulüm yumağı haline gelmekten kurtulamaz. Dolayısıyla siyasetin en büyük ayağı ekonomidir. Bu ayağı ihmal etmemek gerekir ki makul fikirler ve sözler toplumda anlam bulsun.
Kemal Karpat’a göre‘‘islamın siyasallaşması’’ son iki yüz yılda meydana gelmiştir. Bizde değerlendirmemizi bu tarih aralığında sınırlı tuttuk. Son iki yüz yılda Siyasal İslamcılar birçok farklı siyasi yol denediler. Fakat bu yolların bazıları islamla bağdaşmayan siyasi yöntemlerdi. Bazıları ise bütüncül bir bakış açısından yoksun olduğu için tek bir konuya odaklanmıştı. Mesela ekonomi problemini çözmeye çalışırken eğitim konusunu ihmal etmişlerdir. Birlik beraberlikten yana bir politika uygularken fikir adamlarının düşüncelerini göz ardı etmişlerdir.
Velhasıl genel bir çerçeveden bakıldığında siyasal İslamcıların iflas etmemesi için adil ve demokrat olmaları lazımdır. Şeriatı, hazır olmayan topluma zorla uygulatmaları yanlıştır. Münafık türetir. Siyasal iktidarı, elinde bulundurmak isteme talebi olabilir ancak bu uğurda zulüm ve adaletsizlik yapmamaları gerekir. ‘‘Güçlü ol ki zalim seni ezmesin. Ancak elde ettiğin gücünle zalimleşmeyesin.’’ düsturunu şiar etmeleri gerekir. Toplumun erdemleşmesi için şahısların gayretinin yanı sıra, STK’lar, Cemiyetler, Dernekler vb. kuruluşların desteği gereklidir. Ancak bu kuruluşları her türlü siyasal ideolojiden uzak tutmak gerekir. Bunlar yapılmazsa siyasal İslamcılar belki başa gelir. Veya ‘‘İslam Devleti’’ kurulabilir. Ancak bu kurdukları devlet, Siyasal İslamcıları yok etmekle kalmayacak kendi kendini de yok edecektir.
Hamdullah ASKAR
KAYNAKÇA
İslam Ansiklopedisi
Ahmet Cevdet Paşa: Mecelle
Olivier ROY : Siyasal İslamın İflası
Kemal KARPAT: İslamın Siyasallaşması
Altan TAN: 3.Cumhuriyete Doğru
Hasan el- Benna : İslam ve Siyaset
Ebu Ala Mevdudi: Hilafet ve Saltanat