Rektör Şevli Kursiyerlere Sertifika Verdi
Yeryüzünde yaşamı olanaklı kılan su kaynakları küresel ısınma başta olmak üzere birçok etmene bağlı olarak azalmaktadır. Göllerin ve nehirlerin kuruması veya su miktarının azalması bütün canlı türlerini tehdit etmektedir. Öyle ki bir zamanlar dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral Gölü’nün kuruması, çevresindeki bütün canlı ekosisteminin yok olması sonucunu getirmiştir. Aynı şekilde Ortadoğu’nun en büyük gölü olan Urmiye Gölü’nün gerekli önlemler alınmadığında yıllar içinde yok olacağı ve bundan milyonlarca insanın etkileneceği belirtilmektedir. Yine 3.755 km2’lik alanı ve 430 km’lik kıyı uzunluğuyla Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü’nün de 25 yıl içinde yok olabileceği ifade edilmektedir.
Dünyanın en büyük sodalı gölü olma niteliği taşıyan Van Gölü’nün kuruması, çevresinde bulunan Van, Edremit, Erciş, Gevaş, Tatvan, Muradiye, Adilcevaz ve Ahlat gibi nüfusu yoğun yerleşim yerleri de göz önünde bulundurulduğunda büyük bir insani felakete neden olacağı apaçıktır. Çünkü endemik bir balık türü olan İnci Kefali ve içerdiği sazlıklarda yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapan Van Gölü’nün çevresinde bir milyondan fazla insan yaşamaktadır.
Buna karşın ciddi anlamda ekolojik tedbirlerin alınmaması sonucunda insan kaynaklı kirlenmenin artmasıyla bugün Van Gölü’nün kirlilik sorunu endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Çünkü bilimsel araştırmalara göre Van Gölü; endüstriyel ve evsel biyolojik atıklar ile sulak alanlar üzerinde betonlaştırma ve yapılaşma gibi ekoloji düşmanı politikalar sonucunda bir yok oluş sürecine girmiştir.
Bununla birlikte mevcut Kıyı Kanunu ve Çevre Kanunu hükümlerine rağmen göl havzasında bulunan çeşitli kamu kurumlarına ait hizmet binaları ve sosyal tesislerin yarattığı kirliliğin yanında Hafriyat Yönetmeliği’nin yok sayılarak asfalt ve molozların göle bırakılması ciddi bir kirlilik nedenidir. Bunun yanında Van Gölü kıyısında bulunan çimento fabrikaları ve kum ocaklarının yasal mevzuatlara itibar etmemesi, kanalizasyon ve evsel atıkların doğrudan göle dökülmesi de gölün kirlenmesinde ciddi bir şekilde rol oynamaktadır.
Van Ticaret ve Sanayi Odası’nın Van Gölü’ne ilişkin hazırladığı raporda da; evsel ve endüstriyel atıkların herhangi bir arıtmaya tabi tutulması nedeniyle göle ulaştığı, göle akan dere yataklarından inşaat amaçlı kum ve çakıl çıkarılması sonucunda oluşan kum ve toprağın göle taşındığı, şehir merkezi ve ilçelerin atık sularının %80’inin arıtılmadan deşarj edilerek göle karıştığı ve kıyılarıyla birlikte bir ekosistem oluşturan gölün kenarında kıyıların tahrip edilerek insanların gölle ilişkinin kesildiği tespitleri yer almıştır.
Günden güne artan kirlenmeye karşın herhangi bir tedbirin alınmamasıyla Van Gölü yıllar içinde turkuaz mavisi olan doğal rengini kaybederek yer yer açık kahverengi olmak üzere adeta gri renge dönüşmüş durumdadır.. Yapılan bilimsel çalışmalar Van Gölü sularının sodalı ve tuzlu olması nedeniyle besin zincirini çok kısa tuttuğunu ve bunun, sucul ekosistemin hassasiyetini arttırdığını göstermektedir. Dolayısıyla artan kirlilik gölün besin zincirinin herhangi bir düzeyini olumsuz yönde etkilediğinde bu zincirin diğer halkaları bundan çok daha hızlı ve telafisi imkansız bir şekilde etkilenecektir. Bu nedenle Van Gölü’nün biyolojik yapısı tamamen bozulmadan gerekli tedbirlerin derhal alınması gerekmektedir.
Van Gölü havzası bio-çeşitlilik, endemik türler ve insan yaşamı açısından vazgeçilmeyecek kadar değerlidir. Dolayısıyla göl havzasında insan, toprak ve su ilişkisinin bozulmasıyla ekolojik dengenin tahrip edilmesi beraberinde çok ciddi sorunları ortayaçıkaracağı açıktır. Bunun farkında olan Van kamuoyu da deniz olarak tanımladığı Van Gölü’ne dair sosyal duyarlılık oluşturmak adına çeşitli kampanyalar düzenlemektedir. Van Büyükşehir Belediyesi de Meclis kararıyla 17-24 Haziran tarihlerini “Van Gölü Havzası Farkındalık Günleri” olarak ilan etmiştir. Bu kapsamda kentin farklı bileşenleriyle bir çalıştay da düzenlenerek kamuoyuyla paylaşılan ortak sonuç bildirgesinde TBMM tarafından Van Gölü Koruma Kanunu’nun bir an önce yasalaştırılmasının gerekliliği vurgulanmıştır.
Sonuç olarak Van Gölü’nün de Aral ve Urmiye gölleri örneğinde olduğu gibi benzer bir akıbeti yaşamaması için her türlü koruma tedbirinin alınmasında geç kalınmaması yaşamın sürdürülebilirliği noktasında önem taşımaktadır. Dolayısıyla Van Gölü havzasındaki kirlenmenin önüne geçilmesi, gölün doğal dengesinin, kültürel değerlerinin korunması ve iklim değişikliğinin bölgeye etkisinin azaltılması amacıyla konuya siyaset üstü bir bilinçle yaklaşılarak zaman kaybedilmeden bir adım atılması gerekmektedir.