Program danışmanlığını Hakkı Kurban’nın yaptığı ve program sunuculuğunu Tülin Bilen’in yaptığı Meclis Gündemi adlı programın konuğu TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Sözcüsü, Türkiye-İran Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı, AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi ve Van Milletvekili Osman Nuri GÜLAÇAR, TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yerel seçimler, İran ile ilişkiler ve insan hakları konularında değerlendirmelerde bulundu.
Program sunucuları Hakkı Kurban ve Tülin Bilen’in soruları ve Milletvekili Gülaçar’ın cevapları şöyle oldu:
“-Sayın Gülaçar, sizinle ülke ve dünya gündeminin sıcak başlıklarını konuşacağız ama izninizle sizi dinleyicilerimize biraz daha yakından tanıtmak istiyoruz.
Biz sizi Van’ın ve bölgenizin önemli kanaat önderlerinden biri olarak biliyoruz. Elbette hem siyasetçi hem de ekonomist kimliğinizle tanıyoruz. Bilmeyenler için kimdir Osman Nuri Gülaçar, sizden dinleyebilir miyiz?
-Vanlıyım. Van’da doğup Van’da büyüdüm. 5 yıl bir Ankara ikametimiz dışında, ömrümüzün geri kalanını memleketimizde geçirdik. Sürekli olarak sosyal faaliyetlerin içinde yer aldık. Gençler hep öncelikli muhatabımız oldu. Dolayısıyla Van ve ilçelerinde ve hatta çevre illerde binlerce gençle muhabbetimiz bir sevgi bağımız olmuştur. Elbette gençlerle sınırlı kalmadı sıcak temasımız. Hocalığın vermiş olduğu bir sorumluluk ve üzerine memleket meselelerine hassasiyetimiz dolayısıyla toplumun her kesiminden geniş bir çevre ile istişare etme, muhabbet etme, dertleşme ile, bir şeyler üretme ile geçti diyebilirim ömrümüzün birçoğu. 2014 yılı yerel seçimlerine kadar aktif siyasette yer almadım. O seçimlerde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan bir davet aldım. Van Büyükşehir belediye başkan adayı olarak görmek istediklerini belirttiler. Tabi bu talebin oluşmasındaki en büyük katkı gençlere aitti. Van’ın kıymetli gençliği böyle bir gündem oluşturmuşlardı. Onların bu arzusu bir tanışıklığımın olduğu o zaman Başbakanımız olan Cumhurbaşkanımız tarafından bir davete dönüşmüş oldu. Biz de bu davete icabet ederek aktif siyasete adım atmış olduk. Tabi hayatımızın önceki dönemlerinde de apolitik olmadık. Hem ülkemiz hem de dünya siyasetini yakından takip ettik, eleştirilerimiz oldu, önerilerimiz oldu. 80 öncesi dönemde ayrı bir siyasal bakış, 90’larda farklı bir bakış ve nihayetinde daha da olgunlaşmış bir siyasal birikimden istifade etmiş olduk. 2014 yerel seçimleri bizim için ayrı bir heyecanın, bir enerjinin, bir cesaretin, bir umudun sembolleştiği bir seçim oldu. Onlarca organize saldırıya maruz kaldık. PKK’nın ve FETÖ’nün saldırılarına ve seçim ile ilgili alicengiz olaylarına maruz kaldık. Buna rağmen hamd olsun, oy oranı olarak olmasa da oy sayısı olarak Ak Parti’nin Van tarihindeki en yüksek oyu almış olduk. Fakat nasip olmadı o gün yerel seçimleri kazanmak. Sonrasında yine partimizden uzak kalmadık. 24 Haziran seçimlerinde de partimizin Van milletvekili adayı olduktan sonra meclis faaliyetlerimiz başlamış oldu. Mecliste yoğun çalışmalarımız devam ediyor. Herhaldemilletvekillerimiz arasında en fazla ziyaretçi alan ve en fazla telefon alan milletvekilleri arasındayız zannımca. Bunun için bir taraftan çok sevinirken bir taraftan da tüm vatandaşlarımızla yeterince ilgilenmeye fırsat bulamayınca üzülüyoruz tabi.
-Sayın Gülaçar, siyaset artık yerel seçimlere odaklandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta hem AK Parti’nin belediye başkan adaylarını tanıttı hem de seçim beyannamesini kamuoyuna açıkladı. Şöyle bir listelere bakacak olursak, AK Parti’nin aday profilini dinleyenlerimize nasıl anlatırsınız? Belediye başkan adaylarınız konusunda sahadan ilk dönüşler nasıl?
Ak parti bu seçimde de en fazla aday adayı başvurusu alan parti oldu. Bu partimizin hala ne denli geniş bir toplumsal temsiliyete sahip olduğunu gösteren donelerden biridir hiç şüphesiz. Teveccühün fazla olması bir taraftan memnuniyet verici bir durum olsa da, adayların belirlenmesi noktasında da çeşitli zorluklara sebep olabiliyor. Ancak bu zorlu süreci partimiz adına güzel bir şekilde noktaladığımızı ve seçim çalışmalarına başladığımızı ifade etmek isterim. Birbirinden değerli, binlerce aday adayı arasından il, ilçe ve beldelerimiz için doğru bir yol haritasının sonucunda adaylarımız belirlendi. Ak Parti’nin belirlediği adaylar incelendiğinde belediye başkanlığı görevini yapabilme yeteneğine sahip, aynı zamanda partimizin değerleriyle örtüşen kişilerin tercih ettiği görülebilir. Partimizin bununla birlikte belirlenen adaylarının seçim bölgelerinin ruhuna uygun, yerelde temsil edecekleri seçmenleri yakından tanıdığı ve seçmenle bir bağ kurabilen adayların tercih edildi. Ak Parti; özetle, hizmet belediyeciliği noktasında beynelmilel bir vizyona sahip, ancak yerelle bağını kaybetmemiş, seçmenleriyle doğru bir ilişki geliştirebilmiş adaylar tercih edildi. Bu ilişkiyi kuramamış kişiler aday olarak teveccüh görmedi. Bahsettiğim bu hassasiyet, ‘gönül belediyeciliği’ sloganımızın, lafta kalmadığının da bir göstergesi aynı zamanda.
Bahsettiğim bu kriterlere göre belirlenmiş adaylar, takdir edersiniz ki halk tarafından kabul görüyor, dolayısıyla adaylarımıza ilişkin olumlu geri dönüşler aldığımızı ifade etmek isterim. Tabi tüm il ve ilçe adaylarımıza ilişkin bilgi sahibi olmak çok zor ancak genel manada müspet bir havanın oluştuğunu söyleyebilirim.
-- Binali Yıldırım, Mehmet Özhaseki, Nihat Zeybekci, Faruk Özlü, Mustafa Demir gibi kamuoyunun daha önce AK Parti kabinelerinden bakan olarak çok yakından tanıdığı isimlerin belediye başkan adayı olduğunu gördük. Siz AK Partinin yetkili organı Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesisiniz. Özellikle üç büyük şehirde neden böyle bir tercih yapıldı?
Bizim için yerel seçimler süreci yeni başlamadı bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanımız yaptığı istişareler sonucunda ve sürekli kulak kabarttığı kamuoyu yoklamalarının ışığında İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyükşehir belediye başkanlıklarında bir değişikliğe gitti yaklaşık bir buçuk yıl önce. Ak parti yerel seçimlerindeki zaferleriyle ve hizmetleriyle rüştünü ispat etmiş ve bu vesileyle 17 yıldır iktidarda olan bir parti. Bugün Recep Tayyip Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı yapan 1994 yerel seçimlerde aldığı zafer ve sonrasında İstanbul’a yaptığı hizmetlerdir şüphesiz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız yerel yönetimlere ayrı bir ihtimam gösterir. Bu noktada partimizin tüm kademeleri yoğun bir çalışma içinde oldu ve kamuoyu yoklamaları dikkate alındı. İstanbul 145 ülkeden daha fazla bir nüfusa sahip Türkiye’nin lokomotifi bir numarailimiz. Dolayısıyla bu ili yönetecek kişi Türkiye’nin 1 numarası olmalıydı. Meclis başkanlığı, başbakanlık ve uzun süre ulaştırma bakanlığı yapmış olan sayın Binali Yıldırım’ın adaylığı hem tüm Türkiye’ye hem de dünyaya bir mesajdır. Biz bu işi ciddiye alıyoruz. Birçok kişi bakanlıktan başbakanlıktan sonra belediye başkanlığını tenzili rütbe olarak görebilir. Ancak bizim partimizde hizmet etmek için makamın adının bir öneminin olmadığını bu seçimde bir kez daha ispat etmiş olduk. Önemli şehirlerimize en tecrübeli siyasetçilerimizin aday gösterilmiş olması işimizi ne denli ciddiye aldığımızı gösterir.
-Rakiplerinize baktığımızda, CHP’nin de İyi Parti ile iş birliği yaptığını, HDP’nin İstanbul, İzmir ve Mersin’in de aralarında olduğu bazı yerlerde aday çıkarmayarak bu ittifaka katkı sağladığını görüyoruz. “Millet İttifakı” için ne düşünüyorsunuz? Vatandaşlar neden “Millet İttifakı”na değil de size yönelsin?
Kurulduğu günden bu yana AK Parti Türkiye siyasetinde belirleyici bir rol üstlenmiştir. AK Parti’nin hamleleri, siyasi adımları ve gündem oluşturma potansiyeliyle diğer partilere ve siyasi aktörlere de yol gösterici bir parti olmuştur. Bugün de görüyoruz ki diğer siyasi partiler, AK Parti ve MHP öncülüğünde oluşturulan ittifaka karşı pozisyon almak zorunda kalmışlardır. Aslında birbirleriyle birçok açıdan uyuşmayan bu siyasi partiler, sırf AK Parti karşıtlığında birleşerek pamuk ipliğine dayalı bir ortaklık oluşturmuşlardır. Zira HDP, İYİ Parti ve CHP’nin üçünü de kapsayan bir ittifakın başka bir açıklaması olamaz. Fakat dediğim gibi, bu partiler kendilerini bizim belirlediğimiz gündeme ve siyasi koalisyonlara göre konumlandırmak zorunda kalıyorlar. Bir nevi siyasi takipçi olmanın ötesinde bir rolleri yoktur. Seçmenimizin de siyasette takipçi olanları değil gündem belirleyici olan Cumhur İttifakını tercih edeceğine canı gönülden inanıyoruz. Milletimiz tarih boyunca oyun kurucu olmuş, bölgesel liderlik görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Baktığımız zaman günümüz siyasetinde bu potansiyelin bir tek AK Parti ve MHP ortaklığıyla kurulan Cumhur İttifakında olduğu siyasi bir realitedir.
-Sayın Gülaçar, biraz da bölgemizdeki gelişmeleri konuşmak isteriz. Zira, siz Mecliste Türkiye-İran Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanlığını da yapıyorsunuz. Sık sık da İranlı heyetler ile bir araya geliyorsunuz. İki ülke siyasi ilişkilerine bakınca nasıl bir tablo var? İlişkilerde gelinen noktayı nasıl yorumlarsınız?
Türkiye ile İran arasında gerek geçmişte gerekse bugün yaşanan ilişkiler dalgalı bir seyir izliyor. Bölgesinin iki büyük ülkesi bir yandan iş birliğini geliştirme gayretiyle hareket ederken, diğer yandan bölgedeki olaylar karşısında izledikleri politikalarla kimi zaman karşı karşıya gelebiliyor. Ancak kimi zaman da iki ülke siyasi ilişkilerinde bölgesel meselelerde ortak paydalar bulunabiliyor. Örneğin; İran da Türkiye gibi Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması taraftarı. Ayrıca ABD başta olmak üzere bazı ülkelerin terör örgütlerine destek vermesine iki ülke de karşı tavır sergiliyor. Son yıllarda ülkemiz ve İran arasında yaşanan en temel görüş ayrılığı Suriye meselesi üzerinde kendini gösteriyor. Türkiye olarak bizler, Suriye halkının toprak bütünlüğü içerisinde kendi seçtikleri meşru yönetimi eliyle şu anki kaotik durumdan çıkılması için doğru yol olduğunu düşünürken, İran, Esad’a açık destek veriyor. Tabi tüm bu görüş ayrılıklarına rağmen, iki ülkenin bölgesel politikalarındaki ortaklaştığı konular üzerinden bir diplomasi yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. İletişim
kanallarının sürekli açık tutulması, Ortadoğu’ya, özelde Suriye’ye barış getirecek bir formülün ortaya çıkması ihtimalini artıracaktır.
-Özellikle ABD’nin ambargoları devreye sokması ekonomik ilişkilere de yansımış görünüyor. Türkiye ile İran bu süreci nasıl aşacak? Ambargolar ilişkileri nasıl etkiledi?
ABD, İran ve 5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşmadan çıkarak mayıs ayında bu ülkeye yaptırım uygulama kararı almıştı. Ağustos ve kasım aylarında iki aşamalı olarak uygulanmaya başlanan yaptırımlar, İran’ın petrol satışlarına önemli darbe vurdu.
Bu gelişmelerin gölgesinde iki ülke arasında karşılıklı toplantılar devam ediyor. ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarından muaf tutulan ülkelerden birinin Türkiye olması olumlu bir adım görülmesine karşın, İran Meclisinin iç piyasanın ihtiyacını karşılayacak kadar ülkede üretimi olan benzer malların ithalatını yasaklamasının ticari ilişkileri etkileyecek potansiyelinin bulunduğu belirtiliyor. İran’ın ambargo sebebiyle ithal ikameci ekonomiye verdiği ağırlığı artırması, İran’la ticaret yapan firmalarımızın işini de zorlaştırıyor. Örneğin, bir ara 20 milyar doların üzerine çıkan karşılıklı ticaret hacmi, son dönemde geriledi. 2018 yılında yalnızca 8,76 milyar dolarlık dış ticaret hacmi oluştu. Bu sebeple İran pazarının cazibesinin ambargolar sebebiyle azalabileceğini söyleyebiliriz. Ancak, İran’ın içinden geçtiği ekonomik darboğazın orta vadede aşılacağını düşünüyorum. Sonuçta ambargo ilanihaye sürecek bir uygulama değildir ve İran bu sorunları aşacak güce ve birikime sahiptir.
-İran Meclisi geçtiğimiz günlerde bir karar aldı. Ülkede, benzeri üretilen tüketim mallarının ithalatı 2021 yılına kadar yasaklandı. Bu karar Türkiye ile ticarete nasıl yansır? Yaptığınız görüşmelerde bu konuda ne tür cevaplarla karşılaştınız?
İran Meclisi’nin almış olduğu bu karar, Türkiye ile İran arasında 2015 yılında yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşmasını etkilenmesinden endişe ediliyor. Zira, bu anlaşmanın müzakereleri yaklaşık 10 yıl sürdü. İki ülke karşılıklı 200 civarında malda gümrük vergisi indirimine gitti. Geçen yılın başında ekonomik yaptırımların başlamasıyla beraber İran tarafından bin 339 malın ithalatı yasaklandı. Son kararla da 61 ürünün ithalatına yasak konuldu. Tekstilden beyaz eşyaya, gıdadan sağlık malzemeleri ve kozmetiğe uzanan kararın ticarete darbe indirebileceği belirtiliyor.
Bin 339 malın ithal edilmesi yasağı Türkiye’nin İran’a ihracatını yüzde 30 azalttı. 61 ürünün de listeye dahil olmaması ve için İran Ticareti Geliştirme Kurumuna müracaat edildi.