Son yıllarda kentin en çok konuştuğu fakat çok az çözüm ürettiği kentin markalaşma, kentlileşmesi üzerine Vanlı bir isim önemli bir çalışma yaptı. Yüksek Lisans ve doktora çalışmasında Van ve turizm alanında önemli çalışmalar yapan Emre Karaduman, kentin markalaşamama sürecindeki tüm eksilerini, artılarını bir akademik çalışmaya sığdırarak kent çalışmaları literatüründe önemli bir yer bulacak bir çalışmayı hayata geçirdi. İşte Emre Karaduman’ın Van ile ilgili yaptığı o çalışmanın tüm detayları…
Van’a dair son zamanlarda önemli çalışmalar yapılıyor, önemli yayınlarda kendisine yer buluyor. Hepsi önemli konular ama sizin bu çalışmanızın yeri başka gibi geliyor. Çünkü hepimizin konuştuğu ama bir türlü kâğıda dökemediği bir konuyu çalışmışsınız… Böylesi karmaşık ve tartışmalı bir konuyu çalışma fikri nasıl oluştu?
İki şeyi vurgulayarak başlamam gerekiyor. Bunlardan birincisi yüksek lisans danışmanlarım Dr. Emine Cihangir ve Dr. Mehmet Şeremet hocalarım ile birlikte çalıştık ve onların üzerimde emeği çok. Hem öğrettikleri hem de destekleri için çok teşekkür ederim. İkinci husus da, evet Van için yaptığımız bir çalışma ama diğer kentlerin de “Nasıl markalaşamayız?” sorusuna cevap bulabilecekleri bir çalışma. Bu çalışmanın Van’a özel duygusallıkta cevapları var ancak evrensel cevapları da içeriyor dersek, yanlış bir şey söylemiş olmayız. Teze gelince, hocalarımla konuyu seçerken hem kendime hem de kentime faydası olabilecek bir çalışmayı yapma isteğim en önemli motivasyon kaynağımdı. Bu nedenle de seçtiğimiz konu, Van’ın en önemli sorunlarından birisi olan marka ve markalaşma meselesi oldu. Rekabet üstünlüğü elde etme, ön plana çıkma, yani marka olmanın en büyük avantajı olarak diğerleri gibi olmama veya diğerleri gibi anılmaması düşüncesinden hareketle konuyu seçtik. Biliyorsunuz bu kent, geçmişten günümüze daima farklı şeylerle anıldı. Haliyle de maç dışı kurallarla yarışta hep geride olmak durumunda kaldı. Biz de ne yapılması gerekiyorsa o yapılsın, sahip olduğu potansiyel açığa çıkarılsın ve böylece bu şehrin marka hikâyesi yazılsın istedik. Tabi bunun da hem literatüre katkı anlamında hem de diğer boyutlarıyla bir kazanım olarak değerlendirilmesi gerekiyordu.
Ama bu çalışmanın zemininde sadece bir akademik kaygı yok diye düşünüyorum. Çünkü tanıdığım Van dertlisi insanlardan birisisiniz. Bunda Van’ın meseleleri ile hemhal olma haliniz de var değil mi?
Muhakkak. Yukarıda saydığım nedenler, hepsinden öte markalaşamaması meselesinin hikâyesini yazalım istedim esasen. Burada herkesin bahsettiği gibi “un, yoğurt, yumurta ve şeker var ama helva yok” prosesini tam olarak yaşadığımızı düşünüyorum. Mesele ortada olmasını istediğimiz bir helvanın varlık meselesi desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Biz de helva metaforundan hareketle, tez sürecinde bu potansiyelin açığa çıkarılmasına gayret ettik. O süreçte de yerel dinamiklerle konuştuk, yerel dinamiklerin de tezimizdeki karşılığı; kent adına karar vericiler ve verilecek kararları etkileyicilerdi. Bu kentin karar mekanizmalarında yer alan kişileri ve bu kişilerle ilgili yönlendirme fonksiyonu bulunabilen Sivil Toplum Örgütleri, kuruluş temsilcileri ve tabi basındaki yer alan kişilerle bu kentin marka hikâyesini oluşturmaya çalışmak istedik. Çünkü hikâye en önemli şeydir. Burada da bu kentin markalaşmasını isteyen insanlara “neden markalaşamıyoruz?” sorusunu sorarak birlikte bir hikâyenin neden yazılamadığını anlamaya çalıştık.
ARADA VE ARAFTA KALAN BİR ŞEHİR…
Yani kendi hikâyelerini ortaya koyarak, bununla ilgili deneyimlerini paylaşıp yalnız başına iş yapan kurum ve kuruluşların işbirliği içerisinde hareket edememesinin nedenleri, “kentim değil kendim” düşüncesinin kötü sonuçları ile olması gerekenleri harmanlayarak ortaya neler çıkarılabilir diye bir araştırma yaptık. Soruya dönüp, neden Van ve neden böyle bir çalışmanın diğer boyutuna gelecek olursak… Bahsettiğim gibi çalışmak için, sıkça konuşulan ama altı doldurulmayan bir konu seçtim. Çünkü biz de bu kent için bir faydamız olsun diye uğraşıyoruz. Zaman zaman Antalya, İstanbul veya başka büyükşehirler dışında ‘arada veya arafta’ kalan bazı şehirler için çalımalar yapılmış fakat Van için böylesi çalışma yapılmamıştı. Herkesin gizli gizli konuştuğu, söylemeye çekindiği bulgular ve çok somut öneriler elde ettik.
MARKALAŞMA BİR SONUÇ DEĞİL, SÜREÇTİR!
Tezinizin başlığı ‘Kentlerin markalaş(ama)ması ve yerel dinamikler: Van ili örneği’ olmasından hareketle ve malumun ilamı olduğu üzere Van’ın markalaşamayan bir kent olduğunu söylemek zor değil. Bu konuda hem fikir miyiz?
Evet… Van’ın markalaşamayan bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Ama ‘Van zaten markaydı’ cümlesini satır arasına yerleştirerek bunu söyleyebiliriz. Van zaten markaydı şuan markalaşamıyor diye anlattıklarında biz markalaşmayı bir süreç olarak mı ya da sonuç olarak mı kabul ediyoruz? Burada bu sorunun cevabını vermek önemli. Ben markalaşmanın evvela bir süreç olduğunu düşünüyorum ve sonrasında da marka olmanın da süreç ile sonucun birlikte olduğunu düşünüyorum. Yani sürekli bir sonuca ulaşmak var ama uzun bir yolculukta yeni hedefler ve yeni sonuçlar var. Zaten markaydı kısmına gelince, marka olan Van’da 1990’lı yıllarda kente giriş yapan ziyaretçi ve gelir durumuyla ilgili hep konuşulur bilirsiniz. Bilinirliği açısından bir problemi olmayan bir Van’dan bahsediyoruz. Güvenlikle alakalı sıkıntısının olmadığı ve gerek ülke içerisinde gerekse yurt dışındaki misafirler açısından da tercih edilen bir Van’dan bahsediyoruz. Hepsinden öte insanların bu bölgeye mesleklerini icra etmek için geldiklerinde çocukları, aileleri ile ilgili güvenlik açısından tedirgin olmadığı bir Van’dan bahsediyoruz. Bütün bunlar rekabet üstünlüğü elde etme ya da bir adım öne çıkma konusunda Van’ı farklı kıldığı için Van markaydı diyebiliriz.
Ve görünen o ki Van o marka değerini zaman içerisinde yitirmiş… Ve bahsettiğiniz gibi kentin marka olma süreci yıllar öncesinde kaldı… Şimdinin marka şehirleri bunu nasıl başarıyor? Tezinizde de örnek kentler var. Onların başarıp Van başaramadığı ne?
Öncelikle çalışmadaki o marka kent örneklerinin çoğu ve özellikle Türkiye’den olanlar, aslında marka çalışması yapılan kentler. Uluslararası örneklerde büyük ölçüde sonuç alınmış ancak ulusallardan bazıları nispeten sonuç vermiş bazılar ise sonuç vermemiş. Kültür Turizm Bakanlığı tarafından Türkiye Turizm Stratejisi yayınlandığında markalaşma odağıyla bazı iller seçiliyor. Yani seçtikleri yerde marka çalışması başlatıyorlar. (Tabi ki aralarında Van yok ve neden bu illerin seçildiğine dair bilgi de yok.) Artık bakanlık turizm açısından yerelde markalaşmayı daha da öne alıyor, önemsiyor. Verilen önem her geçen gün daha da artıyor. Burada yani süreç içerisinde bazılarında devletin açıktan desteği de söz konusu bunun devamında farklı örnekler var. Mesela 14 il içerisinde Ordu, Samsun ve Gaziantep’ten bahsediliyor. Gaziantep hariç bu kentlerin markalaşmayı çok doğru yapamadıklarını düşünüyorum. Çünkü markalaşma çalışması bir slogan bulma bir logo oluşturma gibi gördükleri için ve bir hikâye yazmadıkları için bu konuda bir gürültü çıkarmadıkları için ne yerel halkın aidiyeti, desteği noktasında bir çalışmaları söz konusu olmadığından dolayı doğru bulmuyorum. Antep örneği farklı tabi ve çok daha eski.
MARKA ŞEHİR OLUNCA NE OLUYOR?
Kimi zaman da bir devlet, bir hükümet projesi olarak bazı şehirler için marka şehir tanımlamaları yapıldığını, böyle bir algı yaratıldığını duyuyoruz…
Devletin marka şehir diye seçtikleri şehirlerin içinde nelerin olup bittiğini bilmedikleri için direk marka şehir diye seçim yapmaları da yanlış. Mesela Gaziantep şehri kamuoyu tarafından konuşulacak çok büyük bir gastronomiye sahip. Ama 2004 yılında sanayi odasında bu şehirle ilgili konuşulan bir mesele var. “Bu şehri marka kent yapmak istiyoruz” kararı aldıklarında orada bulunan tüm kurum ve kuruluşlar, “Marka olunca ne oluyor?” sorusunu önce sorup sonra bu cevaba uygun şeyler yapmaya karar veriyorlar. Onun için Türkiye’deki markalaşmayı konuşacaksak bu tür örneklerden yola çıkmamız gerekir. Misal Antalya’ya çok turistin gitmesi Antalya’yı marka şehir olduğunun anlamına gelmiyor. Ya da İstanbul’un ziyaretçisi var diye marka olmuyor. Ve ben çalışmamda “Evet, bu iki şehir marka şehirlerdir. Fakat ziyaretçi ve turistlerden dolayı değil” şeklinde bir hususu anlatmaya çalıştım. Gaziantep’in bugün marka kent olarak anılmasının en büyük sebeplerinden biri masa etrafında uzlaşmadan ve iş birliğinden geliyor. Ve Van bu konularda çok gerilerde kalıyor.
İşbirliği deyip en can alıcı konuya geldiniz! İşbirliği yapamayan bir kent olduğumuz gerçeğini akademik bir araştırma neticesinde bulmak da zor olmadı sanırsam…
İnsanların ilgisini bulunduğunuz yöne çekmek için sunacağınız gerçekçi, ayakları yere basan ve kabul görmüş bir hikâyeye sahip olmanız gerekir. Bir hikâyeniz olmazsa insanlar sizin olduğunuz yöne bakmaz, gelmez veya orada durmaz. Birinci odak nokta, kentin valisi. Kentte en tepe noktada bulunan valilerin görev süresi 2-3 yıl gibi dar bir zaman olan bir ilden bahsediyoruz. Sanırım 10 yıl öncesine kadar bu ortalama 1,5 yıldı. Doğal olarak bu kararı etkileyecek insanlarda dertlerini anlatamadan, masa etrafında toplanmadan valinin görev süresi bitiyor. Bu şehir için var gücüyle çalışmış nice valiler biliriz, ama bu işi valilere değil, velilere bırakmalıyız.
“BU İŞİ BİZLERİN SAHİPLENMESİ GEREK!”
Yani süreci kentin sahiplerinin, kentlilerin üstlenmesi gerekir. Ama maalesef böyle ilgili herkesle bir yerde oturup, “Bu konuyu konuşalım” diyemiyorsunuz. Bir araya da gelmeye meyilli değilsiniz, çünkü herkes daha fazla biliyor gibi oluyor. Yani bu insanlar bir masanın etrafında toplanamayınca kendi başına ben bunup yaptım demekle olmuyor. İnsanlar, “Ahmet varsa ben yokum “dedikleri için bazı kesimlerin yaptıkları etkinliği sadece onlar yapmış gibi kalıyor. Belki de bu etkinliği yapan insanlar daha güçlü bir imaj vermek istiyorlardır, destek ve birliktelikle daha güçlü olmak istiyorlardır. Ama gelin görün bunu sağlayamıyoruz. Van’ı bir araya getiren insanlara olan ihtiyaç varlığını koruyor. Bir de vizyon meselesi var; tabi bunlar görüştüğümüz insanların söyledikleri. Kent adına konuşan ve kent adına karar verenlerin birçoğunun vizyon açısından yeterli olmadığını düşünüyorlar. Haksız da sayılmazlar.
BİZ BİLMEDİĞİMİZ BİRİNİ BEKLİYORUZ.
Var mı şu anda böyle insanlar? Ya da neredeler?
Böyle insanların varlığından önce konuşmamız gereken konu dediğim gibi şahsiyetlerden ziyade birliktelik. Birliktelik kelimesi Van için ve Van pazarı için önemli bir konumda yer alıyor. Bu işin kültürünün olması diyorlar ya işte, bizim ya da kentteki ilgililerin birlikte konuşabilme kültürüne sahip olmadığımızı düşünüyorum. Dün bir arada iş yapan adamlar bugün birdenbire karşı karşıya gelebiliyorlar. Dönüp baktığınızda da işin arkasında çok ufak şeylerle karşılaşabiliyoruz. Bu şehrin eski insanlarının zamanında birlik olup çok büyük işler ve girişimler yaptığını biliyoruz. Peki, şimdi bu insanlar birbirlerinden neden ayrıldılar? Bu kentte insanların yüzde 50’sinin ben yaparım deyip kendini öne atması, geriye kalan yüzde 50’sinin de, “Ya banane birisi yapsın” deyip kedini arkada saklamasının ciddi bir sorun olduğu gerçeği mevcut. “Ben yaparım” diyenlerin hiçbiri, “Ben yapamayabilirim o yapar” demiyor. “Biri yapar” diyenlerin hiçbiri de kendisinin sorumlu davranması gerektiğini kabullenmiyor. Yani biz gerçekten bilmediğimiz birini bekliyoruz.
BU KENTİN VİZYONER YÖNETİCİ EKSİKLİĞİNİ OLDUĞUNU SÖYLEYENLER KENTİN YÖNETİCİLERİNİN KENDİLERİDİR!
Kent uzun yıllardır bu durumda değil mi zaten? Sadece bu hususta değil siyasette, bürokraside her anlamda hep birilerini beklemiyor muyuz?
Bu kentin vizyoner yönetici eksikliğinin olduğunu söyleyenler yöneticilerin kendileridir. Konuştuğumuz aktörlerin kimilerinin kendilerini, markalaşma sürecinde kimileri oyun kurucu, kimilerinin ise oyun içerisinde yer alıcı görüyor olmaları gerçeği var. Ama dönüp baktığımız zaman hepsinin aynı anda hem oyun kurucu olabilmeleri hem de oyun içerisinde yer alacaklarından rahatsız olamayacakları bir fotoğraf karesi olarak gördüm. Antalya’ya bakın, rekor ziyaretçi sayısı yapıyor her sene. Ama buna rağmen Antalya kendi turizmini 12 aya yayacak bir çalışma yapacak. Biz ne yapıyoruz? Van’da da alternatif turizminin olacağı bir doğadan bahsediyoruz. Yani Van’da da 12 ayda turizm amaçlı kullanılacak birçok şeyi bulabilirsiniz. Ama biz bunu gerçekleştiremiyoruz. Aslında Van’ın Van ile sınırlı olmadığı öğrenmemiz gerekir.
VAN, ÖNCE ŞEHİR OLMALIDIR SONRA MARKA ŞEHİR!
Van nasıl marka şehir olur peki?
Markalaşmaya giden yol için şüphesiz en başta bir emek birlikteliğinin olması gerektiğini düşünüyorum. Tabi bunun kadar önemli bir konu daha var. Bir şehrin markalaşması ve konuşulabilmesi için o şehrin önce şehir olabilmesi gerekir. Burada da Van’ın ne durumda olduğunu herkes bilir. Burada daha altyapı ve üstyapıdan söz ediliyor. Yani Van, marka şehir olmadan, şehir olmalı. Çözülmeyen altyapı sorunlarının olması da bu kentin markalaşması önünde engel olarak duruyor. Onun için bunlarında bir an önce çözüme kavuşturulması gerekir. Son birkaç yılda bazı çalışmalar yapılıyor ama son birkaç yılda yapılması ve bitirilmemesi bile hata. Kentin pazarlamasının da yapılması gerekir. Bizim en önemli marka simgemiz nedir? Van’daki bütün değerlerin masaya yatırılıp, bunların üzerinden doğru bir pazarlama tekniğinin uygulaması gerekiyor. Kentte bu çalışmalarla ilgili olan çok önemli kişilerin bulunduğunu biliyorum.
BU KENTİN BİR TANITIM EKSİKLİĞİ DE VAR
Hep aynı yerde dolaşıyoruz ama en önemli adım bu: Yukarıda saydığım her şey fakat evvela birliktelik olmalıdır. Van’ın sorunları ile ilgili tek başınıza bir şey yapamazsınız. Bu kentin deprem gerçeği var, İran pazarı var, Kapıköy sınır kapısı var. Bunları halledemezseniz insanları buraya çekip güven aşılayamazsınız. Bunu da güçlü bir lobi ile çözümleyeceğini düşünüyorum. Sonra markalaşmada da üç taraf var. Ziyaretçiler, yatırımcılar ve yerleşik halk gibi. Şehirde yatırım yapılması için önce yerel halkın süreci kabul etmesi gerekir. Çünkü yatırım yaptığınız zaman ziyaretçi de çekersiniz. Yani kente dair insanların neye hoşgörülü olup neye olmadığına yönelik çalışmalar yapılmalı. Gezginfesti iptal ettik, aslında bizim bu tür etkinliklere ihtiyacımız olduğunu söylemek isterim. Bu kentin tanıtım eksikliği var. Bundan dolayı Van’a dair insanların zihinlerinde bulunan bir imaj var, oraya gitsek bizi eli silahlı insanlar karşılayacak gibi düşünceler var. Öyle olmadığını bizim anlatmamız gerek ve tanıtmamız gerekir. Önce kentliye tanıtım, sonra dışarıdakilere…
“DİĞER İLLERİN ÖNÜNE ÇIKAMAMAMIZIN NEDENİ MÜNİR KARALOĞLUDUR!”
Tanıtım demişken Son dönemlerde gerek bilerek çalışılarak, gerekse kentin kenti potansiyellerinden kaynaklı bir çıkış var. İç turizmde pandemi öncesinde hareketli bir kenttik ama bir Diyarbakır, Mardin, Gaziantep’in önüne çıkamadık… Neden?
Van’ın turizminde bu aralar bir hareketlilik yaşanıyor fakat diğer illerin önüne çıkmamızdaki en büyük engel Münir Karaloğlu’nun Diyarbakır valisi olmasından kaynaklanıyor. Diyarbakır turizmi için kapsamlı toplantılar yapıyor. Onu da geçtik, Mezopotamya Altın Üçgeni ile Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin’i içine alan bir destinasyon çalışması yapıyor. Neden yalnız başına Diyarbakır üzerinden gitmediklerini de sorgulamak gerekir. Burada üç kentin güçlerini birleştirmesi ve yarınlarda bu anlamda olası rekabet riskini ortadan kaldırmak var. Karaloğlu bizden sonra bir de Antalya gibi bir turizm kentini yönetme tecrübesi olan bir vali. Bu konuda işimiz çok daha zor. İşimizi kolaylaştıracak şey şu olmalı: Bunları yapacak birini beklememek. Biz Münir Karaloğlu gibi bir ismin kenti yönettiği sürecini geride bıraktık. O dönem de bir şeyler yapıldı ama Karaloğlu ikinci kez Van’a gelmeyecek. Haliyle işi bizim başlatmamız gerekir ve gelen her kim olursa olsun devam ettirmesi gerekir. Ya da bir geleni beklemeden, olana olanak sunmak gerekir. Her dönem sil baştan olmuyor. Bunu yerelden devam ettirip yol almamız gerekiyor.
“VAN’IN KURTULUŞU DESTİNASYON YÖNETİM ÖRGÜTÜ İLE MÜMKÜNDÜR”
Nasıl yapacağız peki? Yerelde bu iş nasıl bir model ile başlar?
Bunun için bir önerim var: Van’da Destinasyon Yönetim Örgütüne ihtiyacının olduğunu düşünüyorum. Bu örgütün Van turizmin ilacı olacağını düşünüyorum. Hatta Van’ın bu anlamda kurtuluşunun Destinasyon Yönetim Örgütü ile mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu memleketin çıkış noktası olduğunu görüyorum. Uluslararasında da Destinasyon Yönetim Örgütleri ile şehirlerde çıkış yakaladığını görebilirsiniz. Türkiye’den de örnek verirsek Şanlıurfa’da vali önderliğinde bir Destinasyon Yönetim Örgütü kuruldu. Ve turizmden anlayan birini de başa getirdiler. Bizde örgüt konusunda Şanlıurfa’yı ve hatta çok daha büyük örnekleri takip edebiliriz. Bu yönetim modeli ayrılığı ortadan kaldırıyor, herkes örgütün içerisinde yer alıyor. Protokolün tamamının yer alacağı bir model olarak bizim lehimize kararların alacağından söz edebilirim. Oluşturulacak destinasyon yönetim örgütüne işletmeler verilmeli, kültürün yaşatılması için önü açılmalıdır.
Yine bir isim, yine bu işin başında yer alacak bir figür hususu öne çıkıyor. Bu oluşumu kimle nasıl kuracağız?
Bir kurum bünyesinde oluşturulabilir. Fakat şunu baştan düşünmemeli insanlar bu kurum finansman tarafını tamamen halledecek gibi bir algıya düşmemelidir. Herkes elinden gelen yardımı etmelidir ki sahiplenme ruhuna sahip olsun. Turizm Mastır Planının, Destinasyon Yönetim Örgütleri kadar önemli olmadığını söyleyebilirim. Çünkü plan sadece ihtiyaçları, olması gerekenleri sayar. Ama örgüt, mastır planının bir sonucu da olabilir. Ya da yolda olduğunuzu gösterir. Bu kendin Turizm Mastır Planına ihtiyacı yok, gerçekleştirebileceği bir yol haritasına ihtiyacı var. Bir an önce harekete geçip bu tür uygulamaları yapmaları gerekir. Yoksa aksi takdirde insanlar ve kurumlar kendi başlarına bir şeyler yapmaya çalışacaklar. Van için daha öteye gidilmeyecek. İnsanların bir araya gelmesi ve vakit kaybetmeden hemen bir araya gelmesi gerektiğini düşünüyorum.
BU KENTİN BİR ANAYASAYA İHTİYACI VAR!
Bu kentin bir anayasaya ihtiyacı var, kent anayasayı inşa etmezse ve o anayasaya bağlı kalmazsa sorunların çözülmesi zor gözüküyor. Bir araya getirecek idareyi aramaktan vazgeçmeyi becerebilirsek, biz ve bizden sonrakiler yarın dua edecekler, bu günkü idarecilere. Eğer böyle plan yapılmazsa yarınkilerde aynı bugünküler gibi aynı sorunlarla karşı karşıya kalacaklar. Bir kentin turizm açıdan en önemli şeyi kültürel mirasıdır. Ve biz koruyamıyoruz. Bizden sonrakilere de kötü miras olarak bırakıyoruz. Bu kentte iş birliğinin bulunmadığı ve olacağına dair umutların yok olduğunu görüyorum. İnsanlar birlikte iş yapabilmeli diye düşünüyorum. Bizim markalaşma sürecinde ihtiyacımız olan en önemli şey birliktelik. Sonrası yukarıda saydığım bazı diğer teknik süreçleri ürünüdür. Nasıl olacağı, nasıl yönetileceği bellidir. Bunun hem Türkiye’de hem dünyada örnekleri var. Bu süreçleri yöneten şirketler, firmalar var. Bu yapılabilir. Bunu başarabiliriz. Çünkü önümüzde marka potansiyeli olan bir şehir var. Ama bundan önce de bence çalışmamız gereken hızlı bir hazırlık süreci var diye düşünüyorum. Trene yetişmek zorundayız, Destinasyon Yönetim Örgütü’nü hemen kurmalıyız, Bitlis ve Hakkâri’den kesinlikle beslenmeliyiz, onları besleyeceğimiz de kesindir.
Zaman ayırdığınız, kente dair bu çalışmaya dair detayları paylaştığınız için teşekkür ediyoruz…
Ben teşekkür ederim. Kentin geleceğine katkı sunacak, Van’ın markalaşma serüvenine faydalı olacaksa ne mutlu bana.
ŞEHRİVAN ÖZEL SÖYLEŞİ: ÖMER AYTAÇ AYKAÇ